Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), bireyin yaşına ve gelişim dönemi özelliklerine uygun olmayan dikkatsizlik, dürtüsellik ve aşırı hareketlilik (hiperaktivite) ile karakterize, çocuğun yaşam alanlarından (ev, okul, sosyal çevre) en az birini olumsuz etkileyen nörogelişimsel bozukluklardan biridir. DEHB yaşam boyu devam etme olasılığı taşır; ancak doğru tedavi ve uygun yaklaşımlarla kontrol altına alınabilir.
DEHB tanısı alan çocukların ebeveynleri, ne yazık ki kendilerini bu durumdan sorumlu hissedebilirler. Ancak bilmeliyiz ki yanlış ebeveynlik tutumları DEHB’ye sebep olmaz, fakat DEHB olan bir çocuğun sürecini zorlaştırabilir. Bu nedenle anne-baba olarak tanıyı kabul etmek, aynı tarafta durup iş birliği yapmak ve daha önce denenmiş, hatta uzmanlar tarafından geçersizliği kanıtlanmış yöntemlerden vazgeçmek kritik adımlardır. Özellikle etkisiz tutumlara devam ederken uygun yetiştirme yöntemlerini uygulamaya çalışmak, hedeflenen olumlu sonuçların etkisini zayıflatacaktır. Peki, DEHB olan çocuklarımızı yetiştirirken nasıl bir tutum izlemeliyiz?
Öncelikle, çocuğun koşulsuz kabulü çok önemlidir. Bunun için kardeşleriyle ya da diğer çocuklarla kıyaslamayı bırakıp her çocuğun kendine özgü olduğunu kabul etmek, hedefleri ve hızı çocuğa göre belirlemek gerekir. Çocuğun güçlü yanları, zorlandığı alanlar, ilgisini ve merakını çeken konular, korku ve kaygıları bütüncül bir şekilde fark edilmelidir. Bu farkındalık doğrultusunda, anne-baba beklentilerini gerçekçi hedefler üzerinden yeniden belirlemelidir.
DEHB’li bireylerin bir işi hatırlaması, ev ortamındaki düzenin varlığıyla kolaylaşır. Her gün aynı saatte tekrarlanan aktiviteler (yatmak, uyanmak, ders çalışmak, yemek yemek, ev kurallarına uymak) zihinde kalıcı hale gelir. Bu nedenle sabah rutini, yemek zamanı, ev ödevi, serbest zaman ve uyku saati gibi rutinler oluşturmak; bunları hatırlatıcı tablolar veya çocuğun yaptığı çizimlerle görselleştirmek; sesli bir uyaran (müzik, alarm vb.) kullanmak etkili yöntemler olacaktır.
Övgü/eleştiri dengesi (her dört-beş övgüye karşılık bir eleştiri olması gerektiği söylenir) yine önemli bir noktadır. Çocuğun her yanlışını eleştirirsek ve her hatasını yüzüne vurup hoşgörüsüz davranırsak, çocuk bu davranışları daha fazla sürdürerek, olumsuz da olsa ilgi çekmeye çalışabilir. Bunun yerine, olumlu mesajlar vermek ona kendisini özel ve değerli hissettirecektir. Bir gün boyunca çocuğunuzu kaç defa övdüğünüzü ve eleştirdiğinizi sayarak aile içindeki dengeyi gözden geçirebilirsiniz.
Her çocukta olduğu gibi, DEHB olan çocuğun da sadece kendisine ayrılmış bir zaman diliminde onunla baş başa oyun oynamaya ihtiyacı vardır. Bu özel zaman, hem ebeveyn-çocuk ilişkisini güçlendirecek hem de çocuğun benlik saygısını artıracaktır. İlişkinizin güçlenmesi, kuralların ve sınırların sağlıklı bir zeminde ilerlemesini sağlayacaktır.
İstenmeyen davranışları görmezden gelmek (söndürme) en etkili yollardan biridir. Her davranış değil, ancak bazı davranışlar göz ardı edilebilir. Peki, bu ayrımı nasıl yaparız? Çocuğun sergilediği davranış kendisine ya da başkalarına zarar verecek kadar tehlikeli mi? Örneğin, çocuğun yüksek sesle gülmesi, mızmızlanması, bebeksi konuşması, garip sesler çıkarması, tuhaf hareketler yapması, bacak sallaması, tırnak yemesi veya kaba konuşması zararlı değildir. Aksine bu tür davranışlar sürekli uyarılırsa çocuk ilgiyi bu davranışlar üzerinden almaya başlar ve onları devam ettirir. İstenmeyen davranışla karşılaşıldığında sözel ya da sözel olmayan (surat asmak, yüz ifadesini değiştirmek) tepkiler vermekten kaçınılmalı; başka bir yöne bakmak veya ortamı değiştirmek gibi tepkisiz kalınmalıdır. Bu yöntem, çocuğun çevresindeki tüm kişiler tarafından kararlı ve tutarlı bir şekilde uygulandığında, zamanla bu davranışların azaldığı ve yok olduğu görülebilir. Ancak birisine vurmak, canını yakmak, yalan söylemek ya da çalmak gibi zarar verici davranışlar görmezden gelinmemelidir. Bu tür davranışlar önceden kararlaştırılan etkili yöntemlerle kontrol altına alınmalıdır.
DEHB olan çocuklar tüm duyguları (sevinç, coşku, öfke, üzüntü vb.) yoğun yaşar ve fren sistemleri çalışmadığından duygu yönetiminde zorlanır. Bu durum, anne-babalar için de zorlayıcı olabilir. Anne-baba, olaylar karşısında sakinliklerini koruyarak ve öfkelerini kontrol ederek çocuğa rol model olmalıdır. Ancak kriz anlarında uzun ve mantıklı açıklamalar yapmaya, çözüm bulmaya çalışmak, uyarmak, kuralları hatırlatmak ya da ödül veya cezadan bahsetmek genellikle fayda sağlamaz. Bu anlarda “durmak” en etkili yoldur; tarafların mola vermesi ve sakinleştikten sonra konuşmaya devam etmesi önemlidir. Bu yaklaşımın etkili olabilmesi için önceden (kriz yokken) ailece bir araya gelip mola sistemi açıklanmalıdır. Sakinleşme sürecinde hangi adımların (aynı ya da ayrı odalarda sessizce durmak, müzik dinlemek, kitap veya dergi okumak gibi) uygulanacağı birlikte belirlenmelidir.
Bir diğer kritik nokta, çocuğa evdeki kuralları, sınırları ve disiplin yöntemlerini açık ve tutarlı bir şekilde öğretmektir. Çocuğun günlük yaşamında net sınırlar ve kurallar olduğunda, kendini daha güvende hisseder ve sosyal yaşamda nasıl davranması gerektiğini daha iyi öğrenir. Çocuğunuzla iletişiminizde kullandığınız dil, kelimeler, ses tonu ve yaklaşımınız kuralları öğrenmesi açısından büyük önem taşır. Çocuğa verdiğiniz komutlar anlaşılır, kısa ve net olmalıdır. Normal ve kararlı bir ses tonuyla, birebir göz teması kurarak konuşulmalı; tek seferde bir komut verilerek basit cümleler kullanılmalıdır. Yapmaması gereken şey yerine yapmasını istediğiniz şey söylenmelidir. Ebeveynlerin bu konudaki alışkanlıklarını değerlendirip etkili komut verme teknikleri üzerine bir plan hazırlaması ve tutarlı bir yaklaşım benimsemesi önemlidir.
Bu süreçte çocuğun ısrarcı davranışları ile karşılaşmak muhtemeldir. Anne babanın bu ısrarlara dayanamayarak pes etmesi, ısrarı pekiştirir. Bu nedenle ebeveynlerin tutarlı olması, “hayır” cevabını vermeden önce düşünmesi ve ısrar karşısında “hayır”dan “evet”e dönmemesi çok önemlidir. Hatta “hayır”dan “evet”e dönmektense, eğer uygun olacaksa en başından “evet” demek tutarlılığı koruyacaktır.
DEHB’li çocukların yaşıtlarına kıyasla yavaş olması, verilen işi tamamlamalarının uzun sürmesi, el becerilerinin zayıflığı veya sakarlık yapmaları gibi sebeplerle ebeveynler, çocuklarından bir iş istemekten kaçınabilir ve çocuklarına ait sorumlulukları üstlenebilirler. Ancak bu tutum, çocuğu sorumluluklardan mahrum bırakır; çocuğun kendine güven duymasını, becerilerini artırmasını ve sorumluluk almayı öğrenmesini engeller. Çocuğun sorumluluk bilincini kazanması, yapmasını beklediğiniz işleri kendisinin üstlendiğinde ve başkası bu işleri onun yerine yapmadığında mümkün olacaktır. Küçük yaşlardan itibaren çocuğun gelişimine ve becerilerine uygun sorumluluklar verilmelidir.
Sonuç olarak, DEHB olan çocuklara yaklaşırken sabır, tutarlılık ve koşulsuz kabul büyük önem taşır. Çocuğun bireysel özelliklerine uygun hedefler belirlemek, olumlu davranışları desteklemek, düzenli bir yaşam rutini oluşturmak ve sağlıklı bir iletişim dili kullanmak, bu süreci hem çocuk hem de ebeveynler için kolaylaştıracaktır.
Unutulmamalıdır ki doğru tutumlar ve etkili yaklaşımlar, çocuğun kendine güven kazanmasına ve potansiyelini en iyi şekilde ortaya koymasına yardımcı olur.
Güven Psikoterapi Ekibi
Kaynakça;
- Sürücü, Ö. (2015). Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) anne baba-öğretmen elkitabı. Ankara: Bilgi Yayınevi.